Cennetin Oğluyla Romantizm

Çevirmen: Galen
Editör: YcD44
Cilt 1Bölüm 32: Strateji 7: Sevgilinle Beraber Olmak İçin Her Fırsatı Değerlendir... (8)

Jing He sonunda kendini Bilgelik Kulesi'nin önünde buldu. Ya da önünde durduklarını söylemek muhtemelen yanlış olurdu. Aslında kulenin arkasında duruyorlardı. Mutlu bir şekilde gülümseyen Qiu Ling'e baktı.

"Ne düşünüyorsunuz?"

"Longjun'un kastettiği… şenliği izlemek için kuleye girmemiz gerektiği mi? Şey… sanırım en iyi yol bu olur. Bilgelik Kulesi Dokuz Cennet'in başkentindeki en yüksek bina."

Qiu Ling gözlerini kırpıştırdı. Aklından geçen bu değildi. Kuleye baktı ve dudaklarını hafifçe büzdü. Birbirinden bir çatıyla ayrılmış gibi görünen birkaç katlı binalardan biriydi. Binanın her katının aynı ölçüde olması kuleye huzurlu bir hava katıyordu.

Qiu Ling etrafına bakındı ve kimsenin bakmadığından emin olduktan sonra Jing He'ye yaklaştı.

"Longjun? Ne -"

Qiu Ling gülümseyerek sevgilisini göğsüne bastırdı. "Merak etmeyin." Açıklama yapmadı. Sadece yerden kalktı ve ilk çatıya atladı, zıpladı ve yukarı doğru devam etti.

Jing He kaskatı kesilmişti. Yüksekten korkmuyordu, ne de olsa o gerçek bir tanrıydı ve istediği zaman havalanabiliyordu ama… geçen yıldan beri ilk kez Qiu Ling onu sorgusuz sualsiz kollarına almıştı. Vücudundan yayılan ani sıcaklık, belini saran kolların gücü ve sırtındaki elin dokunuşu kalbinin hızla çarpmasına neden oldu. Yanakları kızardı ve kanı kulaklarında uğuldayarak onu bitkin düşürdü. Temiz hava almak için ağzını açtı ama sadece Qiu Ling'in kokusunu içine çekebildi ve duyuları daha da bulandı.

Ah, ona neler oluyordu? Bugün hiç kendinde değildi.

Qiu Ling en yüksek çatıya ulaştı ve Jing He'yi ortaya çekti, sonunda onu kollarından bıraktı ve herhangi bir sınırı aşmadığından emin olmak için geri adım attı.

Jing He'nin yüz ifadesini gördüğünde… şaşkınlıkla ona baktı. Sakın ola… Yüzünü buruşturdu ve tekrar yaklaştı, dikkatlice uzanıp Jing He'nin yanağını kavradı. "Ah, özür dilerim. Sizi korkuttum mu?"

Jing He başını kaldırıp baktı ve yanakları daha da kızardı. Çok yakındı… Qiu Ling çok yakındı… "Ben…" Geri çekildi ve çatının ortasında yontulmuş olan nilüfere tutundu. Qiu Ling'e göre bu sadece ayaklarının yere basmasını sağlamak ve korktuğu için sakinleşmek amacıyla bir şeye tutunmak istiyormuş gibi görünüyordu ama Jing He aslında aralarına biraz mesafe koymak istiyordu.

Şu anda, aniden arkasındaki adamın çok tehlikeli olduğunu düşündü. Bir yıl önce onunla tanıştığında düşündüğü anlamda değil. Hayır, fiziksel olarak kesinlikle çok güçlüydü ama onunla ilgili en tehlikeli şey onun üzerinde yarattığı etkiydi. Birkaç kelimeyle, bir bakışla, bir dokunuşla, daha önce kimsenin yapamadığı bir şekilde düşüncelerini karman çorman edebilir ve duygularını etkileyebilirdi. Sanki… Cennet bu adamı onu sınamak için göndermişti. Ve o… bu sınavda başarısız olmak üzereydi. Sadece bir yıl, onu bu adamın yakınlaşma çabalarına karşı duyarlı hale getirmişti.

Qiu Ling'in Jing He'nin aklından neler geçtiğine dair hiçbir fikri yoktu. Sadece onu bu kadar hazırlıksız yakaladığı için pişmanlık duyuyordu. Sevgilisinin ne kadar korktuğuna baksanıza!

Sıcaklığı bir kez daha Jing He'nin bedenine çarpana kadar ona arkadan yaklaştı. Elini uzatmadı. Jing He kendini çoktan dengelemişti, bu yüzden daha fazla fiziksel temas muhtemelen istenmeyen bir şey olacaktı. "Gerçekten özür dilerim. Bir dahaki sefere… Bir dahaki sefere böyle bir şey yapmadan önce soracağım."

Jing He hafif solgun bir yüzle arkasına baktı. Sadece yanakları hâlâ kırmızıydı. Bu adam… ikinci kez olacağından o kadar emindi ki. Kendinden hiç şüphe etmez miydi?

"Daha iyi misiniz? Oturmaya ne dersiniz?" Qiu Ling elini uzattı ama Jing He'ye dokunmaya cesaret edemedi. Dürüst olmak gerekirse, bu konuda kendinden hiç emin değildi. Sadece duygularından çok emindi. Jing He'yi tam olarak nasıl kazanabileceğini bilmese bile, bu kişinin hayatının aşkı olduğundan ve bir gün hayat arkadaşı olması gerektiğinden emindi. Bu yüzden o güne nasıl ulaşacağını bilmese de o gün gelene kadar elinden gelen her şeyi yapacaktı.

Jing He, Qiu Ling ona dokunamadan önce aceleyle başını yukarı aşağı salladı ve nilüfer heykelinin yanına oturdu. Bunu yaptığında Qiu Ling'in ona bakış şekli… Kalbi yerinden fırladı ve az önce geri çekilmek isteyen kızarması geri döndü. Qiu Ling'den uzaklaştı ve aşağıdaki başkente baktı.

Yüz ifadesi bir anda sersemledi. Burası… onca yıl yaşadığı yer miydi? Burayı hiç böyle görmemişti. Ne kadar da güzeldi! Caddeler ve sokaklarla ayrılmış mükemmel meydanlar oluşturan binalar ve bahçelerle belli bir düzen vardı. Koyu renkli çatıların, beyaz yolların ve rengârenk yeşilin birbirini izlemesi onu büyülemişti. Bir anlığına, ejderha krala yakın olduğu zamanlarda kendisini ele geçiren huzursuzluktan duyduğu sıkıntıyı bile unuttu.

Qiu Ling onun yanına oturdu. Başkente o kadar sık girmişti ki, zaten çoğunu görmüştü ve çok fazla umursamıyordu. Bunun yerine Jing He'nin mest olmuş ifadesini izledi. Görünüşe göre… bu tür şeylerden hoşlanıyordu?

Qiu Ling her şeye rağmen başkente baktı ama bu kadar büyülenmeye değecek bir şey göremedi. Ejderha krallığının başkentinden çok da farklı görünmüyordu, değil mi? Tüm bunların oldukça normal olduğunu hissetti. Evet, belki de Fu Min'i bulmalı ve bu konuyu onunla konuşmalıydı. Bunun ne hakkında olduğu ve Jing He'yi kendisine aşık etmek için nasıl kullanılabileceği konusunda iyi bir fikri olabilirdi. Böylesine iyi bir fırsatın… Boşa gitmesine izin veremezdi!

Qiu Ling bu düşünceyi daha sonrası için sakladı. Jing He'ye kur yapmak için iyi bir plana sahip olmak önemli olsa da onunla vakit geçirmek daha da önemliydi. Ve bu, elde etmek için çok mücadele ettiği, özellikle iyi bir fırsattı! Bunu mümkün olan son ana kadar kullanmalıydı. Qiu Ling hafifçe Jing He'ye doğru eğildi ve memnun bir ifadeyle onu izlemeye devam etti.

Ancak akşam geç saatlerde, bayram yavaş yavaş sona ererken Jing He ona doğru döndü. Qiu Ling'in kendisini izlediğini görünce durakladı. "Longjun… Siz… Bir sorun mu vardı?"

Qiu Ling başını iki yana salladı. "Hayır. Siz sadece… şenliği izlerken çok güzel görünüyordunuz. Kendimi tutamadım ve bir süre sizi gözlemledim."

Jing He bakışlarını indirdi. "Demek öyle oldu. Özür dilerim. Hiç fark etmemiştim."

"Sorun değil. Ben… bu fırsatı yakaladığım için çok mutluyum." Qiu Ling uzandı ve Jing He'ye elini uzattı. "Gitmek ister misiniz? Artık sokaklarda o kadar çok insan yok. İsterseniz etrafta dolaşabiliriz."

Jing He tereddüt etti ama sonunda elini Qiu Ling'in elinin içine koydu. "Teklifiniz için teşekkür ederim Longjun. Bugün… benim için çok güzel bir deneyimdi. Şimdilik sarayıma dönmek istiyorum."

"Yazık oldu. Sizinle biraz daha vakit geçirmeyi çok isterdim."

"Eminim gelecekte başka… bayramlar de olacaktır." Jing He bakışlarını indirdi. Ona neden böyle bir söz verdiğini bilmiyordu ama bu sözler ona doğal gelmişti. Nedense hissetti ki… bu adam onun yanında olursa, bu şenlikleri gezmeyi umursamazdı. Yaklaştığında kendisini güvensiz hissetmesine neden olsa da her bilinmeyen deneyim karşısında ona çok güvenli bir his veriyordu.

Qiu Ling ayağa kalktı ve Jing He'yi ayağa kaldırdı. Aşağı atlamak için onu tekrar kollarının arasına almak istedi ama Jing He bu kez direndi.

"Longjun, çok teşekkür ederim. Sanırım kendim de aşağı inebilirim."

"Ah." Qiu Ling biraz hayal kırıklığına uğramaktan kendini alamadı. Jing He'yi tekrar kucaklamayı dört gözle bekliyordu. Sonunda yine de başıyla onayladı. "O zaman her ihtimale karşı elinizi tutmama izin verin."

Jing He ona baktı ve yapmaması gerektiğini bilse de başını eğdi ve ikisi dikkatlice aşağı atladılar, el ele tutuştular ve sonunda Jing He'nin sarayına dönüp vedalaştılar.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR