Herkes Worg binicisinin önünden aceleyle çekildi. Binicinin acelesinden çok kendi hayatlarına önem veriyorlardı. Worglar sakinlikleri ve uysallıklarıyla tanınan hayvanlar değillerdi.
Binici durduğunda üç mızraklı yolunu kesti.
"Haberi getirdin mi?" diye sordu içlerinden biri. Diğer ikisinden ayırt edilir bir biçimde iri cüsseliydi. "Haber şefe iletilecek" diyerek tersledi binici. Bir yandan üçlünün hareketlerini ölçüyor, bir yandan da bunlarla kavgaya girmek istemiyordu.
Worg sabırsızlanıp çenesinin vurmaya ısırmak için bir şeyler aramaya başladı. Bunu gören mızraklılardan ikisi korkarak birbirlerine ve sonra iri Orc'a baktılar. Adamdan tek bir hareket yoktu.
Hayvan hızla ileri atıldı, ortadaki orcun kafasını ısırmak için büyük dişli kocaman ağzını sonuna kadar açtı ama ne ısırabildi ne de çenesini kapatabildi. Worg'un cansız bedeni yere yuvarlanırken şaşkın sürücü ölü worgun altından çıkmaya uğraşıyordu.
İri orcun tek bir tekmesi, hiç de ufak sayılmayacak olan Worg'un boynunu kırmaya yetmişti. Birkaç korku belirten ses ve birkaç tezahürattan sonra üçlü mızrak taşıyıcıları adamı cesedin altından çıkarıp şefe götürdüler.
Grubun lideri olan kabul salonu olarak kullanılan mağaranın perdesini açtı. Kendinden emin adımlarla ilerlerken gerisindeki iki mızraklıya ve haberciye başıyla gelmelerini işaret etti. "Haberci geldi kardeşim" yüksek ve duygusuz ses mağarada yankılandı. Haberci öfke ve korku karışımı bakışlarla iri orcun yanından geçerek taştan oyulmuş etrafı kafatası ve silahlarla dolu tahta yaklaştı. "Yüce Urgal" diyerek selam verdi gözcü ve söze başladı; "Dediğiniz gibi" bir an duraksadı, devam etti. "Kırık kaya patikasında hazırlıklar var, bu tarafa doğru geliyorlar.
Tahtından kalkmaya başlayan orcun etrafındaki herkes bir adım geri çekildi. Haberci sarsak birkaç hareketten sonra ayağa kalkmadan şeften anca uzaklaşabilmişti, şef devasa cüssesi ile kolunu uzatarak habercinin yakasından tutup havaya kaldırdı! "Kaç kişiler? Neleri var? Rapor ver!!" Şef haberciyi yere atar gibi bırakıncaya kadar zavallı orc korkudan debelenemedi bile. Yerden kalkar kalkmaz tekrar yerlere kadar eğilip konuşmaya başladı. "Yüzelli ağır zırh ve atlı asker. Elli okçu ve iki büyücü sayabildim büyük Urgal!" diyebildi haberci, zavallı ve çatlak bir sesle.
"Sayabildin mi? Yoksa hepsi o kadar mı?"" Eğer daha fazlası varsa, seni kardeşime verir, öldürmeden işkence edişini izlerim."
Girişin önünde tek başına duran devasa orc zalim ve canavarımsı bir gülüş takınmıştı bile. Haberci bir an ona baktık dan sonra tekrar kafasını eğdi ve yutkunarak konuşmaya çalıştı. "Hepsi o kadardı büyük Urgal daha fazlası yoktu." diyebildi sadece.
Kısa bir sessizlikten sonra şef tahtına geri dönüp oturdu. Haberci rahatlamayla beraber derin bir nefes alacak kadar vakit geçmişti ki şef konuşmaya başladı. " Savaş hazırlıklarına başlansın, sessiz bir şekilde!!" Kabul salonu olarak kullanılan mağarada hafif bir tezahürata cesaret bulanlar seslerini yükselttiler. Diğerleri ise emre kati bir şekilde uymuşlardı.
Bundan iki yıl önce, nereden geldiği belli olmayan bir grup orc, kabileye katılmış ve içlerinden liderleri olduğu belli olan bir tanesi şefi liderlik için kavgaya davet etmişti. Otoritesine bu kadar ağır bir darbeyi kabul edemeyen şef kavgayı kabul etmiş ve daha ilk dakikada kollarının, bacaklarının ve en son kafasının, gövdesinden ayrılmak suretiyle ölmesiyle Urgal yeni şef oluvermişti. Başa geldiğinden itibaren sürekli saldırgan bir tutum sergileyen Urgal, civarda ne kadar köy, kasaba, şehir varsa saldırmış, yıkabildiğini yıkmış, yıkamadığını, canından bezdirip büyük hasarlar vermişti. Ve işte sonunda kendisine karşı bir birlik gönderiyorlardı. Hem zekâ hemde cüsse bakımından diğerlerinden farklı olan Urgal bugünün geleceğini zaten tahmin etmiş, hazırlık ve tuzaklarını çok önceden yapmıştı. Kendi topraklarında (iki yıl önce ele geçirdiği klan toprakları) her taşın her ağacın yerini öğrenmiş, çukurlar kazıklar ve kütüklerden oluşan onlarca tuzakla doldurmuştu. Tek amacı kan dökmek olan orclara yeni bir bakış açısı getirmiş, sabırlı birer katile dönüştürmüştü. Orclar şimdiye kadar saygı kavramını asla öğrenmemişlerdi. Ta ki Urgal gelene kadar. Kabiledeki her fert ona saygı duyuyordu ama tabiî ki daha çok da korkuyorlardı.
Urgal bu aşamadaki savaştan sonra etraftaki diğer kabilelerden de destek almayı umuyordu. Ama pek de umurunda değildi. Onun gerçek amacı bir ülke elde etmek değil, kaos ve kandı. Şef dökeceği kan ve yapacağı katliam hayalleri ile düşler kurmaya devam etti.
Akşama Doğru gözlendiklerinden ve düşecekleri tuzaktan habersiz son hazırlıklarını yapan birlik, kamp ateşi etrafında toplanmış savaşacakları orcları nasıl öldüreceklerine dair abartı planlar yapıyorlardı. Bazıları komik, bazıları iğrenç, bazıları onay gören şeylerdi bunlar. Uzaktan iki siluet birbirlerine yakın ateşten uzak, ateşin etrafında eğlenen askerler bakıyordu. İkisi de sessiz ve düşünceliydi. Sayıca ve güç bakımından üstün olduklarını düşünüyor ama bir türlü huzur bulamıyorlardı.
Sonuçta onlar orctular, aptal acımasız kas sürüsü. Ne olabilirdi ki? Sessizliği kırmızı elbiseli büyücü bozdu. "Toplanan bilgiye göre sayısal olarak bizden azlar. Ama son zamanlardaki savaş durumları taktiksel açıdan geliştiklerini gösteriyor." Gülümsedi. "Teslim olurlarsa birkaç tanesinin köle olarak almak isterim. Birkaç zeki orc köle işime yarayabilir." Sadece yanındaki yeşil cüppeli adamın duyabileceği kadar hafif bir kahkaha attı ve eliyle onun omzuna dokunarak ateşin yanındaki adamlara doğru ilerledi.
Geride kalan, her parça eşyası yeşil olan cüppeli adam "umarım dediğin gibi olur" diye söylendi. Bunu ne arkadaşı duymuştu ne de kendisi. Büyü kitabını okumak Tanrıçasına dua etmek için çadırına doğru yöneldi.
O gece iyi uyuyamadı. Güvendeydi bunu biliyordu, en azından şimdilik. Aklından geçen düşünceler uyumasına izin vermiyordu. Korkuyor muydu? Belki biraz. Orclardan mı? Yoksa başka bir şeylerden mi? Karar veremedi. Ailesini en son ne zaman görmüştü? Annesi o doğarken ölmüş, babası ve ablası ona annesinin eksikliğini hiç hissettirmemişlerdi. Bu görevden sonra onları ziyaret edeceğine söz verdi kendine. Doğanın Tanrıçasına dua mırıldandı onları koruması ve kutsaması için. Birkaç dakika içinde göz kapakları ağırlaştı ve yatağına girip uyumaya daldı. Dışarıda savaşçılar abartmadan içmeye, eğlenmeye devam ediyorlar birbirlerine şakalar yapıyorlardı.
"Hey Felgor, karşına güzel bir orc hatun çıkarsa kesinlikle kaçırma! Çünkü ondan başkası seninle yatmaz!!" Herkez buna gülerken, Felgor homurdanıp eline geçirdiği bira maşrapasını hala gülen Nimuen'e fırlattı. Çevik bir yarı-elf olan bu genç, maşrapayı tam sapından yakalayarak yanındaki fıçıdan bira doldurdu ve Felgor a selam verip büyük bir yudum aldı. Fırlama bir yarı elf olan Nimuen'i tanıyanlar sadece gülerken, paralı asker grubuna yeni katılan çömezler hayranlık ve şaşkınlık dolu haykırışlarla yarı-elf i alkışladılar. Nimuen çantasından çıkardığı pipo ve tütünü hazırladıktan sonra, arkasını dönüp küskün bir şekilde ateşten uzaklaşan Felgor'un peşinden gitti.
Felgor orc şakalarını hiç sevmezdi, orclarla alakalı hiçbir şeyi sevmezdi. Kendisi yarı orc olmasının bunda etkisi olup olmadığını çok düşünür sonra kafasının karışmasını da sevmediği için düşünmekten vazgeçerdi. Birden irkilerek arkasını döndüğünde Nimuen'in elinde yanan bir çubuk ile durduğunu gördü. Tam bağırmak için burnundan derin bir nefes alacaktı ki, tanıdık bir koku ile durdu! Bu koku sadece kendi içebildiği ve sadece yarı elf in bulabildiği bir tütünün kokusuydu. Ama bir an duraksadı, hep aynısını yapıyordu. Her zaman canını sıkıyor ve sonra gelip özür dileyerek gönlünü alıyordu. Ama bu kez olmaz diye düşündü. Sırtını tekrar döndü yarı elf e ve sanki bir şeyler arar gibi yeri eşelemeye başladı. Yarı elf Derin bir iç çekerek yarı orc un yanına oturdu.
"Hadi ama dostum!" dedi Nimuen," Biz kardeş sayılırız değil mi? Böyle ufak şakalara bu kadar takma. Sen bana yapınca ben hiç alınıyor muyum?"
"Felgor sana şaka yapmaz!!" diye bağırırcasına konuştu yarı orc. "Biz nerden kardeş oluyor?" sende sivri kulak bende sivri diş var?"
Felgor yemi yuttu diye düşündü Nimuen. Konuşmaya başladıysa Felgor un kendine küs kalmayacağını biliyordu. İçinden güldü. Bu yarmayı seviyordu. "Yok Felgor cum öyle değil. Bak şimdi. Sen yarı orc sun bende yarı elfim değil mi? Sen orcları sevmezsin bende elfleri pek sevmem. Tamam, bazılarını sevebilirim ama hepsini değil. Aynı senin gibi. Yani ikimiz de yarım olduğumuza göre aynı kaderi paylaşıyoruz ve bu da bizi kader kardeşi yapar. Ki bu gerçek iki kardeşten daha güçlü bir bağdır anladın mı?"
Felgor kafasını salladı. Ama anlamamıştı. Bu gözlerinden okunuyordu. Nimuen gülümsedi. Bu iyiydi bir şeyi anlamasa bile kendine cevap vermeden susması ve anlıyormuş gibi yapması Felgor un kafasının karışmış olması demekti ve bu Yarı elf e göre iyi bir şeydi. Elindeki pipodan bir nefes alır gibi yaptı ve dumanı havaya üfledi. Bu Felgor u daha da cezbedecekti tabiî ki. Felgor, yarı elfin elindeki tütüne baktı ve sonra Nimuen e baktı. Nimuen gülümseyerek pipoyu yarı orc a uzattı. "Senin için kardeşim" dedi ve sonra kalktı ateşe doğru gitti.
Felgor birkaç dakika yalnız kalıp tütünün içtikten sonra kafasındaki düşüncelerden arınmış, daha sakin ve gülümseyen bir şekilde ateşin başındaki adamlara katıldı. Boşalmakta olan bir bira fıçısını alıp tek seferde iki maşrapa edecek kadar birayı içti ve kocaman bir geğirti koy verdi. Önce kendisi sonra ateşin etrafındaki tüm savaşçılar güldü.
O Akşam tek başına yol alıyordu. Bindiği binek olan midilli, artık gece yol almak istememiş, durmuştu. Bir cüceden daha inatçı çıkan bodur hayvan huysuzlanmış, cüce de bu yüzden yola yayan devam etmek zorunda kalmıştı. Arkasında atı çekerken bir yandan da söylenen cüce geçtiği kasabalardaki söylentilerle ilerliyordu. Söylentilere göre birkaç günlük mesafede yıkılmış kasabalar ve saldırıya uğramış şehirler vardı. Ve söylentilerde haklı çıkmıştı. Kasabadan çaldığı midilli ile yaklaşık üç gün ilerlemiş ve tamamen yok edilmiş yıkılıp yakılmış bir kasaba ile karşılamıştı. Bırak canlı insanı, tek bir köpek bile bulamamıştı yaşayan. Bunları düşünürken kendine bir kez daha küfretti dışından ve bunu onaylar gibi midillide kişnedi. Bazen bu uyuz hayvanın kendinden daha zeki olduğunu düşünüyordu cüce. Gerçi kendisinin bir aptal olduğunu da biliyordu. Karın deşen gibi aptal ama cesur ve güçlü cücelerden oluşan bir birliğe bile girememişti. Cesaret ve güçten hiçbir eksiği olmadığını biliyordu. Ama bir türlü usta Gremil in istediği gibi yapamıyordu. Ve en sonunda senden karın deşen olmaz diye kovulmuştu. Bunu kendine yediremeyen Remgav cüce madenlerini tamamen terk etmişti ta ki kendini kanıtlayana kadar.
Birkaç ay başıboş dolanıp orada burada çalışarak karnını zor doyuran cüce, bir akşam handa otururken birkaç çapulcunun konuştuklarına istemeden(!) kulak misafiri olmuştu. Ve buradaydı. Söylentiler kalıntılar derken kendini yaban diyarda bulmuştu. Toplamda sekiz gündür yoldaydı. Ama bir günden fazla buralarda geziyordu ve hala bir iz bulamamıştı. "Ya ben körüm, yada bu yeşil suralar iz bırakmada yürüyor!" diye söylendi, midilli kişnedi, cüce püfledi ve durdu. "Tamam be tamam duracağız burada." Cüce dalları yere kadar uzanan bir ağaç bularak, nispeten gözlerden korunaklı bir yere geçti. Midilliyi bir dala bağlayarak üzerindeki yükleri indirdi ve eyerini çıkardı, biraz tımarladıktan sonra atın ensesindeki kıvrık kıvrık açılmayan tüylere küfrederek tımarı bıraktı. Ateş yakmaya cesaret edemiyordu. Midilli tımarlanmanın hazzı ile her yerde olan taze otlarla karnını doyururken, çıkardığı şapırtılar cücenin de karnının acıktığını hatırlattı. Çantasından çıkardığı kuru ekmek ve suyla karnını doyururken, hayalinde kızarmış etler, sert biralar dolanıyordu.
Hafif bir sarsıntı ile uyandı. Sabah olmuştu bile, midilli Remgav'ın elinde tuttuğu mataradan su içerken uyanmıştı. Birden şaşırarak bodur ata baktı. Atı akşam bağlamıştı. Ama şu an bağlı değildi. İpini koparmış ama kaçmamış mıydı? Midilli onu burnuyla süstü. Cüce şaşkın bir şekilde ayağa kalktı, üstünü başını çırptıktan sonra atın semerini bağladı. Boynunu okşadı "Sen iyi bi' oğlansın demi? Sana bi' isim verem artık." Attan biraz uzaklaşarak ona şimdiye kadar bakamadığı gibi baktı. Sıradan midilliler gibi duruyordu. Tek bir farkla. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın asla tımarlanmayan boynundaki tüyler hariç. Sürekli kırışık ve tiftik tiftik görünen lanet tüyler! "Tamam" dedi cüce. "Bundan sonra adın Tiftik olcak!" Midilli burnu ile cüceye vurdu, cüce güldü ve ata atlayıp yola koyuldu.
Aradan birkaç saat geçmemişti ki, sesler duymaya başladı. Yaklaştıkça garip bağırışlar ve haykırışlar artıyor, sanki adam boğazlıyorlardı. Etrafı biraz dinledi ve ağaçların arasından hızlıca geçti, ilerideki açıklığa yaklaştıkça sesler artıyor ve sağda solda cesetler görür olmuştu. Birden önünde yaralı bir orc çıkmış bir şeyden kaçmaya çalışırken sürekli arkasına bakıyordu ve cüceyi görmedi. Remgav'da gelen bu hediyeyi hiç sorgusuz kabul ederek sırtından çektiği baltasını sıkıca tutarak atın üstünden orcun kafasına doğru atladı. Bir çatırtı duydu, elindeki silah istediği gibi olmasa da düşmana zarar vermişti. Balta atlamanın etkisiyle elinde yan dönmüş, rakibin kafasına gömülmek yerine sert bir şekilde çarparak ezmişti. Cüce omuz silkip bir iki adım sonra geriye baktı. At onu takip ediyordu. "Sen burada kalacaksın at. Birkaç kafa alıp döneceğim ben." Atın tek tepkisi şaha kalkarak yerde duran cesedin kafasını iyice ezmek oldu. Cüce yüzüne sıçrayan kanı sildikten sonra hiç umursamadan kahkahayı bastı ve sesin geldiği yöne doğru, cüce tanrısı Datlmer adına söylenen bir şarkıyı haykırarak koşmaya başladı!
O sabah her şey felaketle başlamıştı. Birlikleri büyük şevk ile savaşa girerken ormanlık ve kayalık alandaki tuzaklar tam bir kâbus olmuştu. Daha başlar başlamaz tuzaklar yüzünden otuz kişi kaybetmeleri hem moral hem de stratejik olarak zor durumda bırakmıştı. Bir şekilde öfke ve inatla durumu eşitleseler de giderek zayıflayarak geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Ve kaçacak yerleri yoktu. Kızıl büyücüleri ağır yaralanmış yardım için onlarla gelen druid ise ortalarda görünmüyordu.
Yarı elf bunları düşünürken duyduğu bir vızıltı ile kısa kılıcını kaldırıp gelen oku havada biçmiş ama ikinciyi görememişti. Ok normalde kalbine isabet ederdi. Ama ilk oku savuştururken sağ kolu önüne geldiği için dirseğinin az altına saplanmıştı. Yüzünü acı ile buruşturdu, sevinse mi üzülse mi bilmeden ona doğru gelen orc un saldırısını, sol kolu ile engelleyip sağ kolunun durumuna rağmen acı ile bağırarak elindeki kısa kılıcı düşmanın boynuna sapladı.
Yarı orc arkadaşından daha iyi durumdaydı. Daha doğrusu onun karşısına çıkanlar şanssızdı. Yarı orc un karşısına çıkacak kadar aptal ya da talihsiz olanlar ya kaçıyor ya da anında ölüyordu. Felgor un kullandığı devasa kılıç bir savuruşta birkaç kelle birden alıyor, görenlerin ona saldırmak için birkaç defa daha düşünmesini sağlıyordu. Zaman geçtikçe etrafında cesetler doluşurken orclar ona saldırmayı kesmişti. En azından normal olanlar. Birden büyük bir tezahürat duydu. Ona küfürler ediyorlar ama yaklaşmıyorlardı. Yarı orcu çembere almışlardı. İleriden elinde uzun mızrağı ile beliren devasa cüssesi ile kendinden bir baş daha uzun olan bu adam fiziki olarak bir dağ devini andırıyordu. Elinde tuttuğu iki buçuk metrelik mızrağın keskin ya da dikenli olmayan yeri yok gibiydi neredeyse. İlk saldıran Felgor olmuştu, ani bir saldırı ile öldürüp başına bela olmasını istemiyordu ama işler istediği gibi gitmemişti. Dev orc tek bir hamlede saldırıyı engellemiş ve bir tekme ile onu iki metre geri göndermişti. Normal bir insan bu tekme ile çoktan ölmüş olurdu. Ama o insan değildi. Fakat bu da yetmemişti. Kaburgalarının bu darbeye dayanmadığını hissetmişti. Bu sefer savunma durumuna geçmiş ve saldıracak bir boşluk arıyordu. Ve buradan canlı çıkabilmek için şansı çok azdı…
Druid ayinini bitirmiş geçitten çıkan beş yırtıcı astral hayvanı selamlıyordu. Bu yaratıklar gerçek dünyadaki hayvanların tıpa tıp aynısıydı, tek bir farkla, en az dört katı büyüklükteydiler. Dünyadaki yaşamlarının sonunda tanrıça Akselja tarafından seçilerek sonsuz bir düzlemde sonsuza kadar yaşam ile onurlandırılmışlardı. Bu gün ise tanrıçanın kulu tarafından yardım için çağrıldıklarının farkındaydılar. Bu zorunluluk değildi. Sadece kendilerinden yardım rica eden bir insana gönüllü olarak yardıma gelmişlerdi. Dört ayak üzerindeyken bile iki metreyi geçen bu beş yırtıcı ekip bir erkek aslan iki kurt ve iki ayıdan oluşuyordu. Druid müsaade isteyerek savaş alanında olanların kısa bir özetini geçti. Doğal lider olan aslan diğerlerine baktıktan sonra konuşmaya başladı.
"Sen, tanrıçamızın sadık kulu, bunu gerçek den gerekli buluyor musun? İnsanlar ve orclar arasındaki bu savaşa katılmamız mı gerekiyor?"
Druid bir an düşünerek cevap verdi. "Saygı değer efendi aslan. Eğer bu sadece insanlar ve orclar arasında yaşanan mesele olsaydı emin olun burada bulunuyor olmazdım. Bu aynı zamanda ormanların ve hayvanların yok olmasıyla da ilgili. Bu kabile geçtiği her yeri orman ya da kasaba demeden kesip yakıyor, hayvanları avlıyor ve doğanın dengesini alt üst ediyor. Durum böyle olunca bu bölgeden sorumlu olan üstadım onları yok etme görevinde insanlara yardım etmek için beni görevlendirdi. Bende sizin yardımlarınızı rica ediyorum. Elbette isterseniz geri dönmekte özgürsünüz ama bunu son bir kere düşünmenizi rica ediyorum."
Aslan önce druide sonra diğer dördüne baktı ve portal a girdi. Diğer hayvanlarda geri dönerken, druid in omuzları iyice çökmüştü. En son kalan ayı portalın yanından geçerek, hüsrana uğramış adamın yanına yaklaştı ve "ben sana yardım edeceğim insan. Ama önce bana ismini bahşet ki tanrıçanın yanına gittiğimde şerefle anayım."
Adam kafasını kaldırıp gülümseme ile kapüşonunu çıkardı. "Adım Heledrim, efendi ayı. Şimdiden yardımlarınız için minnettarım." Gülümsedi. Ayı savaşın olduğu yere doğru biraz yürüdükten sonra arkasında baktı ve "sana bir şey söylemek istiyorum, orclardan nefret ederim. Beni ve yavrularımı öldürmüşlerdi" dedi ve giderek hızlanan bir tempo ile ilerlemeye başladı…
Ayı ve druid savaş alanına doğru koşarken, meydanda savaşan birliğin durumu iç açıcı değildi. Yarı elf yaralı, yarı orc çıkamayacağı bir çember içinde, kırmızı büyücüde bilincini kaybetmiş vaziyette geride yatıyordu. Umut neredeyse yoktu.
Urgal, çılgınca bir zevk içinde kana bulanmış, can üstüne can alıyor, öldürdüğü her adamla keyfi daha da artıyordu. Kardeşi iyi bir rakip olan düşman yarı orcla dövüşüyor ve neredeyse kazanmak üzereydi. Kırmızı büyücü ortalarda görünmüyordu ama zehirli bir ok ile yaralandığını biliyordu. Kendi has birliğinden olan orclar da etrafta dehşet saçıyordu. Daha iyisi olabilr miydi? Tek düşüncesi savaş başladığından beri ortalarda görünmeyen yeşil doğa büyücüsüydü. Onların sağı solu belli olmayan tipler olduğunu bilordu. Normal büyücüler yıldırım buz ateş gibi şeylerle saldırırken, bu druid denen sağı solu belli olmayan pislikler nereden çıkacağı belli olmayan hayvanlar ve bitkilerle savaşıyor her zaman hazırlıksız yakalıyorlardı. "Ama iş ne olursa olsun bu sefer elimden bir canlı bile kaçamayacak" diye söylendi orc sadece kendi duyabileceği bir şekilde.
Cüce yamaçtan aşağı şarkı söylemekten çok bağırarak inerken, bir süre koştuktan sonra önüne çıkan ilk orca hızının verdiği tüm güçle bir omuz geçirdi! Orc nerden geldiğini anlamadığı bir darbe ile ayakları yerden kesilince silahı bir yana kendisi bir yana düştü. Kafasını kaldırdığında ne savunma yapabildi nede tepki verebildi. Duyduğu tek şey " sen ilk olcan!"oldu. Genelde yüz yüze dövüşmekten kaçınarak yenilen insanların sayısal dezavantajını lehlerine çevirmeye uğraşıyordu. Her ne kadar cüceler sessizlikleri ile bilinmese de uzun boylu bu yaratıklar genelde aşağı bakmayı akıl edemedikleri için baldırlarına, sırtlarına ya da kasıklarına gelen balta darbelerinden sonra pek bir şey yapabilecek durumda olmuyorlardı.
Fakat git gide kendini belli eden cüce on on beş leş serdikten sonra etrafının sarılmaya başladığını anladığında tek yaptığı geldiği yöne doğru olabildiğince hızlı koşmaktı. Amacı kaçmak değil çemberi yararak müttefik bulmak ve sırtını sağlama alarak savaşmaktı. İleride birkaç insanın dövüştüğünü fark edince, rahat bir nefes alacağını düşünerek yavaşlayıp, arkasını savaşmak için geri döndüğünde, gördüğü tek şey birkaç orcun etrafa kaçıştığıydı. Sanki canavar görmüş gibi kaçışan orclar ağzından köpükler saçarak çifte atan attan olabildiğince uzak durmaya çalışıyorlardı. Bodur hayvan vurduğu adamı bir metre havalandırıyor, yere düşenlerin çoğu artık yaşamıyordu. Suratındaki garip ve çılgın ifade savaşmayı seven deli bir cüceden farksızdı! "Heeyyyy! Seni ahmak at sana kim dedi benim avımı çalabilirsin diye. Seni tüy yumağı deli seni!" Cücenin bağırışına gelen tek cevap atın çifte atarken çıkardığı kişnemeydi!
Cüce, son anda bedenini sola çekerek hiç beklemediği bir mızrağın, kendi yaptığı zırha sürterek geçişini gördü. Şans ya da tanrı yardımı olabilecek kadar zor bir şeydi bu. Ne mızrağı fark etmişti nede fırlatanı ama bu sefer ölümün çok yakınından geçtiğini fark etti. Pozisyonunu düzetince etrafına bakınıp bu yeni düşmanını aradı gözleriyle. Ama aramasına hiç gerek yok gibiydi.
Diğer orcların arasından bir tepe devi gibi yükselen yaratık, diğer ırkdaşlarını yanında çocuk gibi bırakıyordu. Cüce bu yeni rakibin en fazla belinin altına gelebilirdi. Cüce sırıttı ve kahkaha attı. Tiftik arkasında orcları ezerken kişnedi. "Gel bakalım seni büyük kütük parçası, seni biraz yontmam gerekcek. Tabi kafanı kesmek için o kadar yükseğe zıplayamazsam!" Orcun kendi sözlerinin tek kelimesini bile anlamadığını biliyordu. Ama sözleri biter bitmez kendisine doğru koşmaya başlayan bu düşmana karşı oda koşmaya başladı.
Devasa orc eline geçirdiği bir baltayı kendine doğru koşan cüceyi ikiye bölmek için savurdu! Ama cüce yoktu!? Öylece afallamış etrafına bakan orc sırtında bir acıyla dona kaldı. Tek yapabildiği yere düşerken bacaklarının arasından arkasına bakabilmek oldu ve boyun üstü düşüp orada kaldı.
Cüce orcun güçlü vuruşunu karşılayamayacağını biliyordu. Başa baş dövüşmeye kalkarsa güç bakımından kendisini geçen bu çam yarmasının onu ikiye böleceğini de biliyordu. Ve düşman tam saldırmadan önce kayarak ayaklarının altından geçip arkasına dolanması da bu yüzdendi. Orc baltasını savurduğunda yerinde olmayan cücenin şaşkınlığına uğrayıp bir an duraksadığında, cüce silahını rakibinin sırtına dibine kadar gömmüş orc düşerken de bir ayağını cesedin kıçına basıp, silahını geri çıkarmıştı. Bu manzarayı gören diğer yeşil suratlar kendinden kaçarken, cücenin içinde bir gurur yükselmişti.
Düşünecek fazla zaman olmadığını bildiği için başka düşmanlar arayan cüce, sivri kulaklı ve sakallı bir adamın git gide kötü duruma düştüğünü fark etti. Adam sağ kolundan yaralıydı ve belliydi ki silah kullandığı asıl eli sağ eliydi. Sol elindeki kısa kılıç ile zar zor idare ediyordu ama bu uzun sürmezdi. Ona doğru koşmaya ve Datlmer in adını haykırarak baltasını kaldırdı!
Yarı elf arkasından kendine doğru koşar adım gelen çizme seslerini duymasıyla yere eğilerek yeni düşmanını karşılamak üzere pozisyon aldı. Tabi bunun bir orc olduğunu var sayarak yapmıştı bunu! Ama karşısındaki, sakalları göbeğindeki kemere bağlı, üzerinde ağır zırh ve birçok fırlatma baltası ile elinde ağır bir cüce yapımı balta olan bir cüce görmeyi beklemiyordu. Ve hiçbir şey yapamadan sadece savunmada bekledi. Cüce hayret verici bir güçle havaya sıçrayıp, yarı elf in üzerinden atlayarak orcların üzerine çullandı. İndiği an iki orcu yere sermiş ve daha ayağa kalkarken bunların icabına bakmıştı bile. Yarı elf içinden "iyi ki düşmanım değil" diye geçirdi. Kendini savaşın çılgınlığına bırakan cüce düşüncelerini sadece orc öldürmeye yönlendirdiği için arkasından gelen tehlikeyi far edememişti. Cüce ayağa kalkarken kafasında heyhula gibi yükselen bir orcun sadece deriler içinde sarılmış ayaklarını görmüş alelacele kendini uzaklaştırmaya çalışmıştı. Ama başaramayacağını biliyordu. Son bir defa cüce tanrısı Datlmer e bir dua mırıldandı, gözlerini yumdu ve darbeyi bekledi. Ama darbe gelmedi. Kafasını kaldırdığın da dev orcun hala orda durduğunu gördü ama elindeki büyük mızrak yavaşça parmaklarından kayıp kanla ıslanan yere düştü. Elleri ile göğsünden akan kanları durdurmak için, yaranın üzerine basan orcun boşa çabaları ileride duran yarı elifin kıkırdamasına yol açmıştı.
Nimuen, orc mızrağını, cüceye saplamadan hemen önce kendine has fırlatma hançerini-hançerden çok içi boş sivri bir çubuk- orcun kalbine fırlatıp öldüremese bile zaman kazanmayı ummuştu. Sol eli ile şanslı bir atış yapan yarı elf, cücenin bir fırlatma baltası çekerek kendi tarafına baktığını görünce hızla eğilerek sağ elindeki kılıcını bir saplama hareketi ile ileri savurdu. Kendi hamlesi ile fırlatılan balta aynı anda hedefi buldu ve orc şaşkın ve aptalca bakışlar ile yere düşmeden çok önce ölmüş oldu. Yarı elf ve cüce sırt sırta vererek birbirlerinin açıklarını kapatır olmuş, iyi bir dövüş çıkarıyorlardı.
Nimuen etrafına bakarak durum değerlendirmesi yaptı. Birliğinin çoğu ölmüş, elliden az adam kendi hayatları için savaşıyordu. Aşağı yukarı en yüksek rütbeli kendisi kalmıştı. Ve kaçmaktan başka çare görünmüyordu. Bu kadar kişi ile düzgün bir geri çekilme zaten söz konusu değildi. Ama kaçarken verecekleri zayiat belki de geriye şimdikinin yarısı kadar adam bırakacaktı. En azından yaşayanlar olacak diye düşündü. Tabi kaçabilirsek.
Kulakları tırmalayan, doğa dışı olan bir kükreme, savaşın sesini tamamen bastırdı. Zaten düzensiz savaşan orkların bir tarafı tamamen dağılmaya canhıraş çığlıklar çoğalmaya başladı. Orklar kimin önüne ya da nereye kaçtıklarının önemi yokmuş gibi koşuştururken dikkatler giderek bir tarafa çekilir olmuştu.
"Datlmer'in madenleri adına, ne oluyor orada uzun kulak! O ses yaşayan bir şeyin değil değil mi? Onla savaşacağıma kaçarım. Peşinden söyleyeyim de."
"Ne kaçmana ne de savaşmana gerek var kısa dostum. Yeşil büyücü geçte olsa bize yardım getirmiş bak." Elini uzattığı yerde iki ayağı üzerine dikilmiş, yaklaşık sekiz metre uzunluğunda, yarı şeffaf bir ayı önünde olma gafletinde bulunan tüm orkları hiç uğraşmadan parçalayıp dağıtıyordu. Cüce bu manzarada az daha baltasını düşürüyordu ki son anda sıkıca tuttu. "Yüce Datlmer adına bu parlayan ayı da neyin nesi?" Nimuen sadece omuz silkti. "Bizi ilgilendirmez değil mi? Bizim tarafımızda savaştığı sürece." Cüce sadece baş salladı.
Yarı elf kalçasında bulunan küçük çantayı aralayıp eline geçirdiği bir boynuzu çıkardı ve dudaklarına götürdü. Kesik kesik üç defa çaldıktan sonra, tüm paralı askerler çok hızlı, ellerinden geldiğince kontrollü bir biçimde geri çekiliyorlardı. Normalde başka bir savaş olsa bu bariz kaçma gibi görünürdü ama bir hücuma kalkarmış gibi önlerine çıkan orkları da öldürerek gittiklerinden garip bir durum oluşturuyordu.
Havada bir şeyin çatırtısı duyuldu! Havanın açık olduğu var sayılırsa şimşek olması imkansızdı ama bu ses gerçekten vardı. Ayı bir anda yok oldu. Geldiği gibi gitmişti. Sadece etraftaki ork cesetleri onun geldiğine kanıttı. Ve her şey yavaşladı, en sonunda durdu. Havada süzülen siyah bir siluet haricinde kimse kımıldayamıyordu. En üstünde kuru kafa ve birkaç mücevher bulunan, etrafında ise tüyler, ipe geçirilmiş kemikler ve daha bir sürü şey bulunan asanın taşıyıcısı yavaşça yere indi.
Meydanda tek bir ses bile çıkmıyordu. Ne orklar ne insanlar nede hayvanlar hareket edemiyorken o herkesin arasında dolandı olayları kavramaya çalışıyormuş gibi kafasını salladı. Asanın üzerindeki kuru kafa beyaz ve kırmızı ışıklar çıkarırken adam kolunu havaya kaldırdı ve yükseldi. Havada birkaç şey mırıldandı ve hızlı bir hareket ile asayı savurdu. Bütün paralı asker ekibi ve hayvanları yok olmuştu. Sadece yerlerinde tüten dumanlar bırakarak gitmişlerdi. Biraz daha yükselerek, aşağıdaki orkların serbest kalması için tek bir güç sözü buyurdu ve olan bitenden haberdar olan ama tek bir hareket bile edemeyen orklar korku ve şaşkınlıkla silahlarını indirmiş yukarıdaki süzülen kişiye bakıyorlardı.
"Seni öldüreceğimmm!! Seni öldüreceğimmm! Buraya in ve benimle yüzleş uğursuz şeyy!" Avazı çıktığı kadar bağıran ve önüne geçenleri sağa sola fırlatan Urgal, yukarıda süzülen kişiye doğru ilerledi. "Avımı nereye kaçırdın büyücü söyle! Söyle ve daha kolay öl!"
Hiçbir tepki vermeden aşağıda böğüren iri orka bakarken, tek bir hareket yaptı. Urgal'ın sesi önce kesildi. Sonra sanki boğazından içeri yanan bir kömür girmiş gibi kendi boğazına yapıştı ve oradan çıkan alevlerle için-için yanarak öldü. Tüm herkes şok geçirmiş bir vaziyette kalakalmış, ne tek bir söz ne de tek bir hareket edebilecek cesareti bulabilmişlerdi.
Adam asasını tekrar kaldırdı ve gırtlaktan gelen, ork lisanına çok yakın bir şeyler okudu. "Toprağın ve ateşin ruhu, sesimi duyun ve itaat edin! Emrediyorum buradaki her şeyi ve herkesi silin!"
Önce yerin hafif bir sarsıntısı, sonra da çatlayarak içinden fışkıran lavlar birkaç saniye içinde meydandaki yaşayan ya da ölü her şeyi ve herkesi yok etmişti. Ve ardından toprak tekrar üste çıkarak tek bir lav izi bile bırakmadan her şeyi eski haline getirdi. Geriye kalan sadece toprak bir arazi…
Bütün bunları yüksek bir tepenin üzerinden izleyen elli kadar asker, birbirlerinin yaralarına bakıyor ve savaşabilecek durumda olanlar savaş pozisyonu alıyordu. Siyah siluet kendilerine doğru süzülerek yaklaşmaktaydı. Nimuen yanında duran yeşil büyücüye baktı. Büyücünün tek hareketi omuzlarını silkmek oldu. Gözlerini ayırmadan "beni aşar, bu diyardaki her şeyi aşar" dedi. Siluet tam karşılarında durdu ve yere indi. Yavaş adımlarla onlara yaklaşıp," özgürsünüz. Hayatlarınızı boşa harcamayın ve yaşayın. Bir daha bu arazilerde kan dökmeyi bırak, görürsem dahi izinizi kimsenin bulamayacağı derinliklere canlı-canlı gönderirim."
Kimseden ses çıkmıyordu. Ortam o kadar sessizdi ki o kadar kişinin nefes almayı unutmuş olabileceği bile düşünülebilirdi.
İlk şoktan kurtulan, büyücü oldu." Bizi kurtardığın için size minnettarız. Fakat bizi neden kurtardığınızı anlamıyorum. Anladığım kadarı ile sizde orcsunuz." Etraftaki herkesin şaşkın bakışları bu sefer yeşil büyücüye dönmüştü. Neler olduğunu anlamayanlar sadece bakmakla yetiniyordu.
Üzerindeki eski püskü cüppenin başlığını açan adamın yeşilden beyaza çalan yüzü meydana çıktı.
Gerilerden bir hırlama ve çekilen bir kılıcın sesi duyuldu ite kaka ileriye gelen Felgor silahını kaldırmıştı ki, asadan çıkan bir yıldırım çatalı adamın göğsünde patladı ve onu, gerisindeki beş kişi ile fırlattı.
Aynı anda hem siyahlar içinde olan ork yok oldu hem de geriye herkesin duyduğu bir ses yankılandı.